Skip to content Skip to sidebar Skip to footer

Genetiğimizi değiştirenler: GDO’lu Gıdalar

İklim değişiklikleri, insanlığın konfor arayışı gibi sebeplerin yanı sıra belki de ilerde bizi bekleyen kıtlık sorununa alternatif bir önlem olarak hayatımıza giren GDO (Genetiği Değiştirilmiş Organizma) çoğumuzun aşina olduğu bir terim. GDO’da amaç, ürün verimliliğinin ve direncinin arttırılmasıdır. Bazen de ürünün ortam uyumunu organize edebilmek için GDO uygulamalarına başvurulur. 

GDO, yani genetiği değiştirilmiş organizma, bir türün DNA’sından elde edilen genlerin, o türle alakasız bir başka bitki veya hayvanın genlerine yapay olarak eklendiği bir dizi laboratuvar sürecinin sonucunda üretilen yeni türlerdir diyebiliriz. Şu cümleyi okumak bile tüylerinizi diken diken etmiş olabilir çünkü bu durumda biliyoruz ki domates olduğunu düşündüğümüz şey aslında domates değil, insana neşe veren mısır tarlasındaki mısırlar da, aslında mısır değil…

İşin en korkutucu boyutu da, GDO uygulamalarının çok yakından tanıdığımız ve her gün tükettiğimiz gıdalarda da yaygın olarak kullanılıyor olması. Bu ürünlerin de başında mısır, soya ve süt gelmektedir. Tatlandırıcı olarak bildiğimiz aspartam maddesi bile aslında GDO’lu ürünlerden biridir. İlaç sanayiinden gıdaya birçok üründe aktif olarak kullanılan aspartam,  iki doğal amino asit yapısının birleşiminde ortaya çıksa da aslında orijinal bir ürün değildir.

GDO’lu ürünler içerisinde, mısırdaki GDO kullanımı ve tehlikesi, medyada da en çok yer verilen GDO haberlerinin başında geliyor. Her ne kadar mısır ekiminin yüzde 25 kadarı GDO’lu üretim dense de uzmanlar GDO’nun ekim yapılan diğer tarlaları da etkilediğini düşünmekteler. Bu yaklaşım doğrulanırsa, esas oranın çok daha ürkütücü bir boyutta olduğu düşünülebilir. Genetiğinin değiştirilmesi ile tarım ilacı ihtiyacı azalarak verimi arttırılan kanola bitkisindeki GDO oranı ise %80’lerdedir.    

GDO’nun hayatımızı bire bir etkilediği bir diğer hayati ürün ise süttür. Süt verimliliğinin artırılması için hayvanlara verilen hormon ve bu takviyenin yol açtığı enfeksiyon durumlarını bertaraf edebilmek için kullanılan yüksek doz antibiyotikleri de eklersek, sütün bu yapılanlardan sonra sanıldığı kadar masum bir besin olmadığını söyleyebiliriz. Tavuk, kırmızı et, buğday, kabak, ayçiçeği… Genetik mühendisliği alanında yaşanan gelişmelerle, nicelik olarak daha bol ama nitelik olarak oldukça zararlı daha pek çok besin maddesi üzerinde çalışmalar sürmekte. Bunlarla beraber, GDO’lu gıdalarla beslenen hayvanlarda çeşitli organ hasarları, gastrointestinal ve immün sistem bozuklukları, hızlı yaşlanma ve infertilite gibi hastalıkların geliştiğini gösteren çok sayıda çalışma da mevcut.

GDO’nun insanlar üzerindeki etkisinin saptandığı çalışmalarda ise, GDO’lu gıda maddelerinin vücuda girdikten sonra geride atık maddeler bıraktığı ve vücudun bu atıkları dışarı atamadığı görülmüştür. Bu durumun uzun vadede ne gibi problemlere neden olabileceği, çok önemli bir soru olarak karşımıza çıkıyor.

GDO’lu besinlerle veya farklı kimyasal maddeler içeren işlenmiş gıdalarla beslenme, önemli bir ikincil ayar değişimi nedenidir. Zira evren ve insan bir bütündür. Elbette immün sistem evrende olan her şeye karşı bedeni savunabilecek kapasite ve donanıma sahiptir ancak beden, laboratuvar ortamında üretilen ve normalde doğada bulunmayan yabancı maddelere karşı nasıl davranacağını bilmediğinden, onlara karşı korunmasız ve savunmasızdır. Bu nedenle GDO’lu gıdalardan arta kalan maddeler yahut işlenmiş gıdalarda bulunan kimyasal maddeler, kandaki toksin yükünü artırarak başta dolaşım bozukluğu olmak üzere birçok soruna neden olur.

Peki, GDO’lu gıdalar bedenimizde nasıl işleniyor?

Alınan gıdaların gen formları bedene direkt bilgi olarak aktarılır. Yani aslında biz gıdaları alırken onun bilgisini de almış oluruz. Yanlış gen formlarına sahip gıdalardaki yanlış bilgilenmeler, bedenimize de o şekilde aktarılır. Her bilgi aktarımı hücresel düzeyde yeni bir örüntüye neden olur. Hatta bu gidiş tümoral değişimlere kadar uzanabilir. Çünkü beden alınan gen formatlarına göre değişime uğrayabilir.

Bazen de alınan gıdadaki bilginin beden ile uyumluluğu olmadığı için ya beden gıdaya uyumlu hale gelmek için gen yapısını değiştirir ya da bir alerjik modül ortaya koyar. İlk başlarda basit olan beden değişimleri daha sonra intolerans süreçlerini başlatabilir. Toplumda yaygın olarak bulunan glüten hassasiyetinin ana nedeni de bu örüntüler olsa gerek.

Görüldüğü üzere GDO’lu besinler önemli ölçüde bedeni iyilik halinden uzaklaştırmaktadır.

Leave a comment

İnsan Sağlığına Adanmış Bir Ömür...

© 2025. Dr. Mustafa Yaşar. Tüm hakları saklıdır. | Calisto

Maslak Mah. Sümer Sk. No:1/A Maslak Sarıyer / İstanbul